Başlığın tamamı için: Atakum Belediyesi'nde gazeteciye sürgün skandalı
@Ecem Engin
gün geçmiyor ki basın özgürlüğünün neferi güzelim ülkemiz gerçeküstü skandallar dalında altın madalyon kazandıracak bir vukuata daha sahne olmasın. işte simülasyondaki gururumuz o ödül samsun’dan terbiye için öğrencileri hafif okşayın diyen vali haberiyle de tanıdığımız gazeteci zerrin somuncu’dan geliyor:
#gazeteciliksürgünedilemez
10 yılı aşkın süredir kaderine terk edilmiş yerel gazeteciliği yaşatmak için profesyonel olarak gazetecilik mesleğini icra eden zerrin somuncu, 2019 yılından beri gazeteci ünvanıyla sürdürdüğü samsun atakum’daki haber merkezi sorumlusu görevinden, temizlik görevlisi olarak yeniden atandı -sürüldü de diyebiliriz-. ‘’başkanın talimatıyla’’ gibi herhangi bir yasal geçerliliği olmayan keyfekeder bir gerekçe ile, zerrin somuncu ve ekibi temizlik işlerindeki yeni görev yerlerinde iş başı yaptılar. ayda ortalama 40 haberi medyaya servis ederek, belediyenin ve başkanın faaliyetlerini kamuoyuna duyuran ekibin yeni görev yerleri şöyle:
haber merkezi sorumlusu zerrin somuncu, temizlik görevlisi
fotoğrafçı, fen işleri müdürlüğü’nde taş parke döşeme işçisi
kameraman, temizlik işleri müdürlüğü’nde sokak temizliği görevlisi
ekipten üç kişinin iş akdine ise, yeni görevlendirmeden önce son verildi.
zerrin ile birebir görüştüğümde özellikle düğün salonu müdürü olarak tanıştırılan amirinin görevi aktarılırken ‘hep pırıl pırıl olmalı’ uyarısının, onu harekete geçirdiğini söyledi ki, öyle anlaşılabilir ki.
şimdi her şeyi, tüm mesleklerin kutsallığını, emek üstünlüğünü vs. geçelim. elbette belediyedeki her kurum kendi içinde önemlidir ve kamu yararına olan her görev de icra edilmelidir. şeytanın avukatlığını yaptıktan sonra, gelelim hakikati anlatmaya:
avcı toplayıcılıktan yerleşik hayata geçtiği andan itibaren insanlık, toplum olmayı öğreniyor. hala. ve bizim gibi modernizmi baltayla demokrasisine dahil etmeye çalışan orta doğu ülkeleri için bu öğrenme hali emekleme aşamasına bile varmamış durumda. toplumu toplum yapan değerler, meslek etiği ve toplumsal sorumluluklar gibi konularda hala hiç kimsenin farkındalığının olmaması. olmadığı için de dilediği gibi at koşturacağını sanması. özellikle kıyıda köşede kaldığını düşünerek her istediği usulsüzlüğü yapabileceğini zanneden yerel belediyeler gaflet uykusunda hala. chp, akp, mhp fark etmeden hem de. oysa ki her şeyin görünür olduğu, ‘büyük biraderin sürekli izlediği’ bu devirde, böylesi dehşet bir skandal inşa edip bunu tümen altında tutmak artık im-kan-sız. samsun atakum belediyesi’nin konuyla ilgili yetkililerinin durumun ciddiyetinin farkında mıdır bilinmez? biz fark ettirmek için hatırlatalım o halde:
başlıca uluslararası yasalara, özellikle de uluslararası insan hakları beyannamesi’ne dayanan gazetecilik etik ilkeleri küresel bildirisi’nin birinci kuralı:
1. gazetecinin ilk görevi, hakikate ve toplumun bilgiye erişim hakkına riayet etmektir.
yani neymiş, bir gazetecinin -her zaman koşul ne olursa olsun- gerçeği yalnızca gerçeği söyleme zorunluluğu varmış. toplumsal sorumluluklar ve meslek etiği gereği gazeteci mesleki kimliğinin gerektirdiğini yükümlülükleri yerine getirmeliymiş. falan filan. bilal’e anlatır gibi yani.
gazeteciliğin katledildiği bu tip olaylar ne vakit yaşansa -ki ülkemiz oldukça doğurgan bu konuda- aklıma antik yunan’dan günümüze varmış parrhesia kavramı geliyor. hani foucault amcamızın da sık sık üzerinde durduğu ‘hakikati dile getirme’ meselesi. bilmeyenler için hatırlatalım:
‘’parrhesia sözcüğü yunan edebiyatında ilk kez m.ö. v. yüzyılın başında ortaya çıkmıştır. ingilizce’ye genellikle “free speech” (özgür konuşma) şeklinde çevrilmektedir. parrhesia sözcüğünün fiil biçimi parrhesiazesthai sözcüğüyle ifade edilir ve “hakikati söylemek” anlamına gelir. parrhesiastes ise parrhesia kullanan, yani hakikati söyleyen kişiyi tarif eder.’’ şeklinde tanımlanıyor.
yani en türkçe biçimiyle ‘g.te g.t deme durumu.’ toplumsal fayda gereği hakikati bilen kişinin kendi aleyhine sonuçlar doğursa bile kamu yararına bildiği hakikati açıklaması gerekiyor. yunan sütunları arasında yayılıp üzüm yerken yapılan şey değil de sokrates gibi idama giderken bile gerçeği söylemek meselesi. günümüz türkiye’sinde gözlerimizin görmeye pek alışkın olmadığı bir manzara. çünkü biliyorsunuz haftaya cumaya açıklanması gereken görüntüleri on yılı aşkın süredir bekliyoruz.
hani şu meşhur yahudi soykırımı sırasında geçtiği varsayılan bir hikaye vardır: önce eşcinselleri gelip aldılar sesimi çıkarmadım. sonra şunu sonra bunu. yahudileri de gelip aldılar yine sesimi çıkarmadım. ve beni almaya geldiklerinde sesini çıkaracak kimse kalmamıştı. der, 20. yy acılarının kıssadan hissesi. tarihin tekerrürden ibaret olduğunu ispatlar gibi değil mi peki yaşanan şu skandal olay? gazetecilik ağlıyor ama biliyorsunuz, sulak topraklarda yeşerir en güzel çiçekler.
tüm bu haksız görevlendirmenin, hukuksuz uygulamaların, görevi kötüye kullanmaların, özlük haklarına ve itibara saldırmanın hala tck’nın işlediği bir ülke olan canım memleketim türkiye’de -bile- bir bedeli olacağını bilmenin ferahlığı var içimde şunları dile getirirken. yapılan bu adaletsizliğin, adaletsizlikleri dile getirmek için gazeteci olmuş zerrin somuncu’ya yapılması tam bir orta doğu klasiği değil mi peki?
neyse ki böyle haklı mücadelelerle ve nezaketle öğreteceğiz bu ülkeye etiği, değerleri ve toplumsal gereklilikleri. gazeteci olarak parrhesiastes olarak zerrin somuncu’nun bugün yaptığı gibi.
herkes üzerine düşeni yerine getirmeli.
çünkü gazetecilik sürgün edilemez.
gün geçmiyor ki basın özgürlüğünün neferi güzelim ülkemiz gerçeküstü skandallar dalında altın madalyon kazandıracak bir vukuata daha sahne olmasın. işte simülasyondaki gururumuz o ödül samsun’dan terbiye için öğrencileri hafif okşayın diyen vali haberiyle de tanıdığımız gazeteci zerrin somuncu’dan geliyor:
#gazeteciliksürgünedilemez
10 yılı aşkın süredir kaderine terk edilmiş yerel gazeteciliği yaşatmak için profesyonel olarak gazetecilik mesleğini icra eden zerrin somuncu, 2019 yılından beri gazeteci ünvanıyla sürdürdüğü samsun atakum’daki haber merkezi sorumlusu görevinden, temizlik görevlisi olarak yeniden atandı -sürüldü de diyebiliriz-. ‘’başkanın talimatıyla’’ gibi herhangi bir yasal geçerliliği olmayan keyfekeder bir gerekçe ile, zerrin somuncu ve ekibi temizlik işlerindeki yeni görev yerlerinde iş başı yaptılar. ayda ortalama 40 haberi medyaya servis ederek, belediyenin ve başkanın faaliyetlerini kamuoyuna duyuran ekibin yeni görev yerleri şöyle:
haber merkezi sorumlusu zerrin somuncu, temizlik görevlisi
fotoğrafçı, fen işleri müdürlüğü’nde taş parke döşeme işçisi
kameraman, temizlik işleri müdürlüğü’nde sokak temizliği görevlisi
ekipten üç kişinin iş akdine ise, yeni görevlendirmeden önce son verildi.
zerrin ile birebir görüştüğümde özellikle düğün salonu müdürü olarak tanıştırılan amirinin görevi aktarılırken ‘hep pırıl pırıl olmalı’ uyarısının, onu harekete geçirdiğini söyledi ki, öyle anlaşılabilir ki.
şimdi her şeyi, tüm mesleklerin kutsallığını, emek üstünlüğünü vs. geçelim. elbette belediyedeki her kurum kendi içinde önemlidir ve kamu yararına olan her görev de icra edilmelidir. şeytanın avukatlığını yaptıktan sonra, gelelim hakikati anlatmaya:
avcı toplayıcılıktan yerleşik hayata geçtiği andan itibaren insanlık, toplum olmayı öğreniyor. hala. ve bizim gibi modernizmi baltayla demokrasisine dahil etmeye çalışan orta doğu ülkeleri için bu öğrenme hali emekleme aşamasına bile varmamış durumda. toplumu toplum yapan değerler, meslek etiği ve toplumsal sorumluluklar gibi konularda hala hiç kimsenin farkındalığının olmaması. olmadığı için de dilediği gibi at koşturacağını sanması. özellikle kıyıda köşede kaldığını düşünerek her istediği usulsüzlüğü yapabileceğini zanneden yerel belediyeler gaflet uykusunda hala. chp, akp, mhp fark etmeden hem de. oysa ki her şeyin görünür olduğu, ‘büyük biraderin sürekli izlediği’ bu devirde, böylesi dehşet bir skandal inşa edip bunu tümen altında tutmak artık im-kan-sız. samsun atakum belediyesi’nin konuyla ilgili yetkililerinin durumun ciddiyetinin farkında mıdır bilinmez? biz fark ettirmek için hatırlatalım o halde:
başlıca uluslararası yasalara, özellikle de uluslararası insan hakları beyannamesi’ne dayanan gazetecilik etik ilkeleri küresel bildirisi’nin birinci kuralı:
1. gazetecinin ilk görevi, hakikate ve toplumun bilgiye erişim hakkına riayet etmektir.
yani neymiş, bir gazetecinin -her zaman koşul ne olursa olsun- gerçeği yalnızca gerçeği söyleme zorunluluğu varmış. toplumsal sorumluluklar ve meslek etiği gereği gazeteci mesleki kimliğinin gerektirdiğini yükümlülükleri yerine getirmeliymiş. falan filan. bilal’e anlatır gibi yani.
gazeteciliğin katledildiği bu tip olaylar ne vakit yaşansa -ki ülkemiz oldukça doğurgan bu konuda- aklıma antik yunan’dan günümüze varmış parrhesia kavramı geliyor. hani foucault amcamızın da sık sık üzerinde durduğu ‘hakikati dile getirme’ meselesi. bilmeyenler için hatırlatalım:
‘’parrhesia sözcüğü yunan edebiyatında ilk kez m.ö. v. yüzyılın başında ortaya çıkmıştır. ingilizce’ye genellikle “free speech” (özgür konuşma) şeklinde çevrilmektedir. parrhesia sözcüğünün fiil biçimi parrhesiazesthai sözcüğüyle ifade edilir ve “hakikati söylemek” anlamına gelir. parrhesiastes ise parrhesia kullanan, yani hakikati söyleyen kişiyi tarif eder.’’ şeklinde tanımlanıyor.
yani en türkçe biçimiyle ‘g.te g.t deme durumu.’ toplumsal fayda gereği hakikati bilen kişinin kendi aleyhine sonuçlar doğursa bile kamu yararına bildiği hakikati açıklaması gerekiyor. yunan sütunları arasında yayılıp üzüm yerken yapılan şey değil de sokrates gibi idama giderken bile gerçeği söylemek meselesi. günümüz türkiye’sinde gözlerimizin görmeye pek alışkın olmadığı bir manzara. çünkü biliyorsunuz haftaya cumaya açıklanması gereken görüntüleri on yılı aşkın süredir bekliyoruz.
hani şu meşhur yahudi soykırımı sırasında geçtiği varsayılan bir hikaye vardır: önce eşcinselleri gelip aldılar sesimi çıkarmadım. sonra şunu sonra bunu. yahudileri de gelip aldılar yine sesimi çıkarmadım. ve beni almaya geldiklerinde sesini çıkaracak kimse kalmamıştı. der, 20. yy acılarının kıssadan hissesi. tarihin tekerrürden ibaret olduğunu ispatlar gibi değil mi peki yaşanan şu skandal olay? gazetecilik ağlıyor ama biliyorsunuz, sulak topraklarda yeşerir en güzel çiçekler.
tüm bu haksız görevlendirmenin, hukuksuz uygulamaların, görevi kötüye kullanmaların, özlük haklarına ve itibara saldırmanın hala tck’nın işlediği bir ülke olan canım memleketim türkiye’de -bile- bir bedeli olacağını bilmenin ferahlığı var içimde şunları dile getirirken. yapılan bu adaletsizliğin, adaletsizlikleri dile getirmek için gazeteci olmuş zerrin somuncu’ya yapılması tam bir orta doğu klasiği değil mi peki?
neyse ki böyle haklı mücadelelerle ve nezaketle öğreteceğiz bu ülkeye etiği, değerleri ve toplumsal gereklilikleri. gazeteci olarak parrhesiastes olarak zerrin somuncu’nun bugün yaptığı gibi.
herkes üzerine düşeni yerine getirmeli.
çünkü gazetecilik sürgün edilemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder